Bursa Barosuna kayıtlı Av. Cüneyt Bülent Şeker’in çağrısı ile Av. Şeref Gönenli, Av. Ülkü Çakır, Av. Suat Koçyiğit, Av. Ayşegül Doğrul, Av. Mehmet Emre Sert, Av. Ahmet Karagöz Türkiye’nin dört bir yanından Bursa’ya gelerek ihlaller hakkında ve vatandaşların kanuni hakları konusunda Ördekli Kültür Merkezi’nde seminer verdi. 2 saat süren seminerde önemli tespitler yapılarak hukukun ihlaller karşısındaki üstünlüğü dile getirildi.
Ortak Açıklamada;
“Bugünlerde ekonomik krizler, fiyat artışları ile karşı karşıyayız, geldiğimiz bu sıkıntılı durumun sebebi öncelikle hukuk çizgisinden sapmış olmamızdan kaynaklanmaktadır. Ekonomik faaliyetler, güvenli bir hukuk ortamında gelişir. Hukuka ve adalete güven azalmışsa, o toplumda her türlü huzursuzluk filiz verir.
Bu nedenle (başta ekonomik kriz olmak üzere) yaşadığımız pek çok sorunun çözümü için öncelikle; hukuk devleti ilkesine acilen dönülmesi çağrısı yapıyor ve “YETER, ARTIK SÖZ HUKUKUN!” diyoruz.
Hepimizin bildiği gibi, iki yıldır bütün dünya ile birlikte Covit-19 süreci yaşamaktayız. Ölümcül (!) bir virüs ün bütün dünyaya yayıldığı (iddiasıyla) ilk etapta maske, mesafe ve HES koduyla tanıştık.
Bu süreçte yer yer birbiriyle çelişen pek çok yasaklar ve uygulamaya konuldu, Ülke genelinde kapanmalar yaşandı, fabrikalar – işyerleri kapandı. Önce 65 yaş üstü vatandaşların hakları sınırlandı, sonra okullar kapandı, çocuklarımız yüz yüze eğitim imkânından mahrum kaldı. Uzun süre camilerde namaz kılınamadı, sokağa çıkma yasakları uygulandı ve tüm bunlar genelge veya talimatlarla gerçekleşti.
Prof. Kemal Gözler’ in anlatımıyla “Türk hukukunda gerileme dönemi her yıl ağırlaşarak devam ediyor.” Son iki yıldır savaş zamanında dahi yaşanmayan insan hakları ihlallerine şahit olduk, insanlığın büyük mücadeleler ile kazandığı temel hak ve hürriyetler askıya alındı.
Bu yasaklar; kanunla konulmadığı gibi, cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile de getirilmedi!
Türk Hukukunda kanunlar hiyerarşisi bellidir. Kanunlar hiyerarşisi içinde yer almayan ve sadece kamu kurumlarının kendi iş işleyişi konusunda (sınırlı yol gösterici) olması gereken GENELGELERLE yapılmıştır. Genelgelerle doğrudan vatandaşlara yönelik uygulamalar konulamaz, hele hele vücut bütünlüğü gibi, temel hak ve özgürlüklerin özüne dokunan uygulamalar söz konusu dahi olamaz.
Bu açıdan öncelikle, seyahat, çalışma, eğitim gibi temel hak ve özgürlükleri zedeleyen kısıtlamaların biran önce kaldırılması gerekmektedir.
SALGIN SÜRECİNİ (DSÖ) YÖNETMEKTEDİR
Salgın sürecini yönetmek üzere; “Bilim Kurulu” adıyla bir kurul oluşturuldu, ancak salgın süreci bu kurul tarafından değil, DSÖ tarafından yönetilmektedir. Onların talimatları sorgusuz sualsiz uygulanmaktadır. Üstelik DSÖ İstanbul ofisinin tüm giderleri de ülkemiz tarafından karşılanmaktadır. Ülke ekonomisi için kambur olan ve bağımsızlığımızı kısıtlayan bu ofisin derhal kapatılması ve yapılan anlaşmanın fesih edilmesi gerekmektedir.
BİZ BİZE YETERİZ
Sadece ekonomik yardım gündeme geldiğinde “Biz Bize Yeteriz” sloganı akıllara geldi. Oysa salgın sürecini yönetirken de bu aklımıza gelmeliydi. Biz köklü bir devlet kültüründen gelmekteyiz, tarih boyunca bağımsızlık bizim karakterimiz olmuştur, bağımsız Türkiye Cumhuriyetinin DSÖ’nün talimatlarına ihtiyacı yoktur.
BİLİM KURULU KENDİNİ FESHETMİŞTİR
İki yıldır millet olarak bilim kuruluna teslim olmuş durumdayız, ancak geldiğimiz noktada salgın ile ilgili çıkan olumsuz sonuçlardan, bu kurul üyeleri dahi sorumluluk kabul etmemektedir. Halbuki yetki varsa sorumluluk da olması gerekir. Eğer bilim kurulunun yetkisi yoksa bu kararları kim almaktadır?
Bilim Kurulu üyeleri dahi, kendi görüşlerinin dikkate alınmadığını söylemektedirler. Bir bilim kurulu üyesinin; “Covid-19 tedavisinde kullanılan bir ilacın etkisiz olduğunu bildiklerini ve bunu kurulda dile getirdikleri halde dinletemediklerine” dair beyanları da medyada yer almıştır.
Üstelik faydası olmadığı kabul edilen ve yan etkileri çok ağır (karaciğer, böbrekler ve akciğer üzerinde olumsuz etkileri) olan bu ilacın halen testi pozitif çıkanlara ve temaslılara kutu kutu dağıtıldığı, Covit-19 tedavisinde hastalara uygulandığı görülmektedir.
Bilim Kurulu gibi; dün başka bugün başka konuşan, hiçbir sorumluluk almayan, yetkisi belirsiz kurullara ihtiyacımız yoktur. Bu çelişkili uygulamalar, aslında bilim kurulunun kendi kendini feshettiğini ve işlevsiz bir hale geldiğini açıkça ortaya koymaktadır.
AŞI DEĞİL, AŞI ADAYI…
Bilim kurulu üyeleri de dahil, birçok bilim adamı ve doktorun; uygulanabilir bir aşı üretimi için 3. Faz çalışmalarının bitmesin gerektiğini belirttiği ve bu sürecinde en az 5 yıl olduğu bilindiği halde, faz çalışmaları bitmemiş, lisansı olmayan, üretici firmaların dahi sorumluluk almadığı, bazı DENEYSEL SIVILAR halkımıza uygulanmaya başlanmıştır!
Aşı sürecinin başlamasıyla birlikte, ülkemiz ve tüm dünyadaki aşı olan insanlarda; ani gelişen kalp krizleri, felçler, beyin kanamaları, göz kayıpları, nörolojik sorunlar, durgunluk, yorgunluk hissi, muhakeme yeteneğinde zayıflama, özellikle genç erkeklerde “miyokardit” gibi çok ciddi yan etkiler gözlemlenmeye başlamıştır. Bu yan etkilerin zaman içinde daha fazla insanda kendini göstereceği düşünülmektedir.
Fakat bu gelişmelere karşın Sağlık Bakanlığı aşılı insanlarda görülen yan etkiler ile ilgili hiç bir veri tabanı oluşturmamış, aşılı vatandaşları takip etmemiştir. Hiçbir sağlık sorunu olmayıp da aşıdan sonra hayatını kaybetmeye varan sonuçlar aşıyla ilişkilendirilmekten kaçınılmıştır. Ancak aşılar sebebi ile meydana gelen ölümler ve hastalıklar küçümsenmeyecek düzeydedir ve mevcut şikâyetlerin onda biri dahi aşıların derhal piyasadan çekilmesi için yeterlidir.
BİZ DE MERAK EDİYORUZ: AŞININ İÇİNDE NE VAR?
Aşı tereddüdü yaşayan ve aşı olmak istemeyenlerin akılcı ve haklı serzenişleri; aşı karşıtı, bilim karşıtı, düz dünyacı gibi yakışıksız sözler ile karalanmaya çalışılmaktadır, aşı ve ilaç lobisi tarafından yürütülen bir linç ve itibarsızlaştırılma kampanyası mevcuttur. Bunlardan biri de çıkıp “10 yıl boyunca Kedi-köpek gibi aşılanacaksınız” diyerek Türk Milletini aşağılamıştır.
Önce risk gurubunun % 60 aşılanır veya hastalık geçirir ise bu salgını aşanız, diyenler daha sonra bu oranı % 80 lere, %90 lara çıkarmış, daha sonra toplumun %100 nün dahi aşılanmasını dahi yeterli görmeyerek hatırlatma dozları vurulması gerektiğini iddia etmişlerdi. Şimdi ise bizi dehşet içinde bırakan bir cüret ile deneysel, lisanssız sıvılar ile bebekleri bile aşılama çabasına girişmişlerdir.
Her gün aşı çağrısı yapılmaktadır, hatta insanların bu lisanssız deneysel aşılara “polis ve asker gücüyle zorlanması” gibi insanlık dışı çağrılar yapanlar dahi olmuştur. Halbuki bu tür bir zorlama en temel insan haklarını ortadan kaldırmakta ve insanı hayvandan da aşağı bir konuma, bir eşya konumuna getirmektedir. Üstelik pek çok marka varken sadece bir firmanın aşısı üzerinde bu kadar yoğunlaşılması da bizi şüpheye düşürmektedir.
Ne yazıkki sayın Cumhurbaşkanın; “ Aşı da gönüllük esası ” sözleri açıkça çiğnenmektedir. Sayın Cumhurbaşkanı; teşkilatları ve siyasiler tarafından yalnız bırakılmıştır. Bunun aksini iddia edenleri ispata davet ediyoruz.
Deneysel ve lisansız aşılar ile (her türlü bağışıklığı anneden ve anne sütünden doğal olarak alan) bebekleri bile aşılamaya çalışanlara SORUYORUZ:
Gerçekten bu aşıların içinde ne var? Aşı olan korunuyor ise, neden herkesi aşılamaya çalışıyorsunuz? Sizin bu mantığınızla; hastalık yapan her virüs için bir aşı olmamız gerekmiyor mu? İnsanlık var olduğundan beri binlerce virüs türü ile nasıl birlikte yaşayabilmiştir? (virüsler varyantlar ile güçleniyor ise) insanlık soyu kurumadan bu güne kadar nasıl gelebilmiştir?
Ve merak ediyoruz; SİZ NE YAPMAYA ÇALIŞIYORSUNUZ ?
PCR, HES KODU VE MASKE DAYATMASI DA KABUL EDİLEMEZ
Vakıa sayılarındaki artışı, aşılama oranlarının artmasından sonra meydana gelmiştir.
İnsanların çalışma, seyahat, eğitim hakları engellenmektedir. Akraba, arkadaş dost ziyaretleri bitme noktasına gelmiştir, aile bireyleri (aynı evde) ayrı yaşar durumdadır. İnsanlarımız ihtiyacı olan güneş ve oksijeni almak için dışarı çıkmaktan, dışarı çıksa dahi (maske sebebi ile) rahatça nefes almaktan, manevi ihtiyacını gidermek için ibadethanelere gitmekten korkar hale getirilmiştir. Bütün bunlar bizce ölüm oranı (binde üç olan) bir virüsten çok daha fazla insan sağlığına zarar vermektedir, insan bir eşya veya robot değildir, manevi-duygusal yönü ağır basan bir varlıktır. Psikolojisi bozulmuş, korku için de yaşayan insanın bağışıklık sistemi bozulmakta, hastalıklara karşı direnci azalmaktadır.
HES KODU, dijital vatandaşlığın alt projesi olarak uygulamaya konulmuştur. Buradan aşı karnesine, aşı pasaportuna- dünya vatandaşlığına, oradan da ÇİPLENMİŞ İNSAN UYGULAMASINA geçilmek istenmektedir. Bu dayatmaların sonu DİJİTAL KÖLELİK DÜZENİDİR.
PCR testlerinin güvenilmez sonuçlar verdiği açıkça ortadadır. Kişileri PCR testine zorlamanın altında yatan sebep; kişileri aşıya mecbur etmektir. Halbuki insanların PCR testine zorlanması da yasal değildir, PCR zorlaması; hem vücut bütünlüğüne bir müdahale, hem de KVKK ve TCK anlamında kişisel verilerin izinsiz alınması anlamına gelmektedir, PCR testi şu andaki uygulama şekli ile de bir işkencedir. Toplum sağlığı ile ilgisi olmayan bu uygulamaya bir an önce son verilmelidir.
Sağlıklı kişinin (hele hele saatlerce) MASKE takmasının hiçbir faydası yoktur. Maske deliklerinin virüsün geçmesine elverişli olduğu, hastalık kapmayı engellemediği birçok (yabancı kaynaklı) bilimsel makalede yer aldığı gibi, dışarıda maske takmanın zorunlu olduğu dönemlerde dahi mevcut vakıa sayısının artarak devam etmesi bu faydasızlığın açık delilidir.
Ancak uzun süre maske takmanın zararlı olduğu; kişinin oksijen alımını azaltacağı, astım – kanser gibi hastalıkları tetikleyeceği birçok uzman tarafından söylenmektedir. Bu gerçeklere karşın insanlarımız korkusundan açık havada bile maske takar duruma getirilmiştir. Bu uygulama geçen yüzyılda kölelerin ağzının maske ile ( kölelik sembolü olarak) kapatılmasını hatırlatmaktadır.
Gelişme çağındaki ilköğretim çocukları (8 saat) maske ile durmak zorunda bırakılmıştır. Evet, yüz yüze eğitim de önemlidir, ancak çocuğun sağlıklı gelişimi çok daha önemlidir. Çocuk yaşta oksijen yetersizliği nedeniyle oluşacak gelişim bozuklukları telafi edilemez.
YENİDEN KAPANMALAR KONUŞULUYOR
Onarılması zor bir ekonomik kriz ve yetersiz üretim darboğazında iken, kapanmalar (geçmişte salgının azalmasına hiçbir fayda sağlamamasına karşın) yine dile getirilmeye başlanmıştır. Bugüne kadar alınan pandemi tedbirleri hukuka aykırı olduğu gibi, bundan sonra (vatandaşların ekonomik zararını gidermeyen) tüm tedbirler de hukuka aykırı olmaya devam edecektir.
Salgın döneminde uygulanan ( kapanma) gibi tedbirler sadece fırsatçıların işine yaramıştır, oysa kobiler, küçük esnaf, özellikle gündelik işlerle geçimini sürdürenler ve çiftçilerimiz bu kapanmalardan ciddi zararlar görmüş, bitme noktasına gelmiştir. Bundan sonra yaşanacak bir kapanmanın, DSÖ nün talimatı ile yürütülen bu (sözde) pandemiyi bitirmeyeceği, ancak vatandaşı ve ekonomiyi bitireceği açıktır. Kimse ekonomisi, dolayısı ile psikolojisi bozulan, gelir yetersizliği sebebi ile iyi beslenemeyen insanların sağlığının da bozacağını gerçeğini dikkate almamaktadır.
ÖLÜM ARTIŞLARININ EN BÜYÜK SEBEBİ; AŞILARIN YAN ETKİLERİ, YANLIŞ TEDAVİLER VE HASTANE ENFEKSİYONLARIDIR.
Herkeste farklı bir belirti gösteren, (çok bulaşıcı olduğu iddia edilmesine karşın) karıdan kocaya veya çocuklara bulaşmayan, bir ailede bir kişi yoğun bakımlık-komalık olurken diğer aile üye-üyelerinin (pozitif olsa bile) nerede ise hiç hiçbir hastalık belirtisi göstermediği, gelişmiş teknolojiye rağmen virüsü izole edilememiş, çok garip ve eşi benzeri görülmemiş bir salgındır bu Covit-19 salgını!
Bizde, birçok tıp ve bilim insanının belirttiği görüşe katılıyoruz ve ölüm oranlarındaki artışın sebebinin; “yararsızlığı kabul edilen, ancak yan etkileri ağır olan bazı ilaçların; hastanın mevcut sağlık durumu, yaşı dikkate alınmadan kullandırılması, erken entübe gibi yanlış tedavi metotlarının uygulanması, iyi bir sterlizasyon sağlanmayan yoğun bakım odaları ve aynı şekilde hastanenin diğer bölümlerinden yeterince izole edilmemiş yeni yoğun bakım odalarının açılması sebebi hastane enfeksiyonları” olduğunu düşünüyoruz.
Ayrıca birçok tıp insanının da belirttiği gibi aşılar; minik pıhtıcıklar oluşmasına sebebiyet vermekte, kalp krizleri ve geri dönüşü olmadığı kabul edilen miyokardit (kalp kası iltihabı) gibi hastalıklarına yol açmaktadır. Felçler, beyin damarlarında tıkanması gibi rahatsızlıklarda aşı olanlarda daha sık görülmektedir. Aşı baskısı yapan iş yerlerinde çalışan aşılı kişilerde; çeşitli rahatsızlıklar (aşı öncesine göre) patlama göstermiş durumdadır. Bu sebepler ile ölüm oranlarındaki artışın aşılar ile bağlantılı olduğunun iddia edilmesinin yerinde olduğu görüşündeyiz.
HUKUKSAL VE ANAYASAL ÇİZGİYE DAVET
Konu toplum sağlığını aşmış, ANAYASAYI İHLAL EDER, ANAYASAL DÜZENİ ASKIYA ALIR bir hale gelmiştir.
Bu süreçte alınan tüm tedbirler Anayasaya aykırıdır. Ortada bu şiddette tedbirlerin uygulanmasını gerektirecek bir salgın mevcut değildir. Savaş durumunda bile yapılamayacak kısıtlamalar ile hakların özüne müdahale edilmektedir, Anayasal düzen askıya alınmıştır, açıkça suç işlenmektedir, bu sebeple;
– Anayasaya ve hukuka aykırı olan tüm uygulamalar; başta çalışma, seyahat ve eğitim hürriyetine aykırı tüm yasaklar derhal kaldırılmalıdır,
– Hiçbir dayanağı olmayan, aşı olmayanlara yönelik PCR test zorlaması kaldırılmalıdır,
– Sağlık Bakanlığının ilaç ve tedavi protokolü ve Covit-19 ölümlerinde otopsiyi yapılmama uygulaması derhal sona erdirilmeli, hekimlerin bağımsız teşhis ve tedavi yetkileri geri verilmelidir
– DSÖ ile yapılan anlaşma derhal feshedilmeli, bağımsızlığımız geri alınmalıdır.
– Gerekli istatistikler yapılarak, aşı sonrası meydana gelen ölüm ve yan etki mağdurlarının sayısının açıklanması sağlanmalıdır.
TÜRKİYE’NİN AVUKATLARI PLATFORMU
MANŞET
03 Aralık 2024MANŞET
03 Aralık 2024MANŞET
03 Aralık 2024MANŞET
03 Aralık 2024MANŞET
03 Aralık 2024MAGAZİN VİDEO
03 Aralık 2024YAŞAM
03 Aralık 2024