Bursa ve Sanat
Bursa Osmanlı imparatorluğunun ilk başkenti’ dünya yaşanabilir şehirler arasında ise Türkiye genelinde birinci sırada yer alan sanatsal ve kültürel açıdan geniş bir yelpazeye sahip ilimiz.
Gerek maneviyatı gerekse tarihi han, hamam ve camileri ile eşsiz bir mimariye bünyesinde barındırıyor.
Peki; biz bu değerlerimize sahip çıkabiliyor muyuz?
Toplum olarak ne kadar farkındayız bu eşsiz şehrimizin?
Farkındalık adına yöneticilerimiz veya kurumlarımız ne derece destekleyici?
Toplum olarak ele alırsak çoğu tarihi yerlerimizden bir haberiz.
Haberimiz olan maneviyat yüklü türbe ziyaretlerimizde orada yatan zatın maneviyatından, ilminden, hayatıyla alakalı ne kadar bilgi sahibiyiz?
Bu manevi makamlara adeta hakaret edercesine çul çaput, bağlamak bebek istemek gibi bazı saptırılmış gelenekler üzerinden inançlarımıza batılı hurafeler yerleştirmek ne kadar doğru?
Bununla birlikte özellikle Bursa’mız da sanata bakış açımız ne yönde?
Hani, hanlarımız hamamlarımız ve camilerimizi vs. güzelleştiren taş görünümleri değil elbette.
İçindeki ruh ve görsel sanatlar, hat sanatı, çini sanatı, ahşap oyması hat, tezhip, ebru, minyatür ve daha bir çok çeşit sanat tarihimize gerekli değeri verebiliyor muyuz?
Bir yazıyı edebileştiren cümlenin yazımındaki en etkileyici unsur, toplumları sağlıklı şekilde edebileştiren de sanat estetiğidir.
Büyük medeniyetlerin sanata ve sanatçıya bakış açıları örnek alınması gereken bir durumdur.
Osmanlı döneminde, Roma ve İran toplumlarında kalkınma dönemleri her zaman sanatçı ve yönetim biçimleriyle bir bütün halinde yürüyerek başarıya ulaşmıştır.
Tüm büyük medeniyetlerde yönetimler estetik değerlerle uğraşan insanlarla iç içe fikir birliği yapmışlardır.
Osmanlı’da sanatkarlar saraylara alınır, onlara yol göstermekten ziyade danınışılıp ortak paydada buluşulurdu.
Günümüzde ise ortaya çıkan sonuç resmi kurumların toplumu ve sanatı bir arada tutan bazı değerlerin birleşiminde çok önemli bir yere sahip olmasıdır.
Destekleyici birimlerinden bir parça sanat atölyelerinden haberdar olmalı.
Öyleyse sanatın ilerlemesi ve toplumun sanata yakınlaşmasında önemli mesafelere kat edilmesinde en büyük görev yönetici ve kurumlarımıza düşüyor.
Mustafa Kemal Atatürk’ün sözlerini hatırlatmak isterim.
Bir millet sanattan ve sanatkârdan mahrumsa tam bir hayata malik olamaz.
Böyle bir millet bir ayağı topal, bir kolu çolak sakat bir kimse gibidir.
Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuştur.
Bir millet ki, resim yapmaz bir millet ki, sanat üretmez, bir millet ki fennin gerektirdiği şeyleri yapmaz; itiraf etmeli ki, o milletin ilerleme yolunda yeri yoktur.
(Sevim Pala)
Bir cevap yazın