Yalanları gerçek gibi sunan siyasi Sofistler/Safsatacılar

11 Ocak 2021 Pazartesi, 01:11
alim şahin

Bir sanat dalı vardır insanları eğlendiren, bazen eğlendirip bazen hüzünlendiren zamanın nasıl geçtiğini anlamadan bir nevi hipnotize yeteneği sunan.

Hiç bir şeyi anlamadan çok şeyin gelip geçtiği gerçeği.
O gerçeği gördüğünüz de iş işten geçmiş olan gerçekle karşı karşıya kalırsınız.

İşte bunun adına da sanat diyorlar.
Ama gerçekte adı safsatacılıktır.
Şimdi o gerçekler geçip gitmeden zamanında nasıl farkına varılırın perde arkasında nelerin döndüğüne göz atalım.

Öncelikle yaşanmış gerçek bir hayatı örnekle işin inceliğine vakıf olmak istiyorsak şu noktayı çok iyi okumanızı istirham ediyorum.

Eski Yunan’da anlatım gücüyle geceyi gündüz, gündüzü gece, gerçeği yanlış yanlışı gerçek gibi gösteren ikna edici inandırıcılığı güçlü konuşmacılar vardır.
Bunlara Sofistler, yani SAFSATACILAR denir.
Bu Sofistler (safsatacılar) siyasette, yargı da ve kamuoyu üzerinde çok güçlüydüler.
Delillendirme de güçlü ve sözün büyüsüyle toplum ve bireylerin yazgısına hükmediyorlardı.
İşte o dönemi yaşamış DEMOSTEROS adlı zayıf çekingen ve yetim bir çocuk vardır.
Babasından kendisine kalan mirası davacılar yer.
Çünkü onun haklarını gasp edip gasplarını hak olarak göstermeyi başarırlar.
Mantık ve söz gücü aracılığıyla ona yüklenen bu yoksulluk onda güçlü bir inanç ortaya çıkarır.
Ve DEMOSTEROS beden ve dil ikna yeteneği olan güçlü bir konuşmacı olmaya karar verir.
O kadar ki, tam yedi yıl çalıştığı söylenilir.
Çölde, dağda, ovada hayali kalabalık topluluklar için ateşli konuşmalar yapar.
Dar ve yapay mağarada ellerinden ve gövdesinin fazladan ortaya çıkan kımıldamalara engel olabileceği biçimde irili ufaklı uzunlu kısalı dikenler, çiviler, iğneler yerleştirir.
Böylece elini konuşmaya uygun ölçüden biraz fazla haraket ettirse sivri iğnelerden yada çivilerden birine çarpar yaralanır.
Hakkı yok iken hitabet gücüyle doğruyu yanlış, yanlışı doğru olduğuna dair inandırıcı ve ikna yeteneği sergileyenlerden adeta kendine ders çıkarır.
Bu durum gereğine göre tüm konuşmalarının yaptıkları ve yapmaları gereken aynı zamanda tavır ve davranışlarını adet haline getirir.

Şu an bulunduğumuz zaman ve boşluklarda bizim konuşma durumumuzda bütünüyle Demostenes’in o sıkıntılı dar ve taşlı, iğne ve çiviyle dolu mağarada konuşan durumunun aynısıdır.
İşte o yaşanmışlığı bugüne aktarırsak siyasi yalanların gerçekmiş gibi inandırıcı yetenek sergileyenleri tıpa tıp karşınızda görmeniz mümkün olur.

Bir şey söylemek istediğimizde hatta gerçeği öne çıkaran bir kelime ve cümle seçmek istediğimizde ansızın bir iğnenin olur olmaz birilerinin bir yerine battığını görüyoruz.

Alışagelmiş sınırlı anlayış, görüş, taassup ve maslahatlar mağarasının sınırını aşan yeni bir söz kullandığımızda hemen bir iğne bizi uyarıyor sağ yanımızdan yaralanıyoruz.

Başka bir şey söylemek istiyoruz sol yanımızdan iğne yiyoruz.
Sözü değiştirip yada yeni bir konu açıyoruz ama yüz tane başka bir diken bizi başımızın üstünden yaralıyor.

Sonra hiç bir şeye hiç bir çiviye iğneye değmeden konuşmaya mahkum olduğumuz günümüz Demostenes mağarasında bu durumun konuşmayı çok güçlendiğini görüyoruz.

İşte tam da öyle süreçleri yaşadı bu ülke.

1960 27 Mayıs Darbesinin devrim otomobilinin Gümüş motor üretimi “yeter söz milletindir” diyen bir başbakanın döneminde yaşanırken, konuşma haklarının alınmasını ve Menderes’in idam edilişiyle son bulmuştu.

Yeter söz milletin” ile gelen 27 Mayıs darbesiyle Demokrasiye kara leke sürülmüştü.

1960 bağımsızlar hareketiyle “bir çiçek bir baharın müjdesi” diye başlayan 28 Şubat’ta başörtüsüne sahip çıkılması nedeniyle laikliğe aykırı gösterilerek “kanlı mı kansız mı” olacağını millet belirleyecek diye yarım asırlık bir devrin fikirlerine düşüncelerine, özgürlüklerine zincir vurularak 28 Şubat darbesiyle çoğunluğun değil azınlık güçten yana olanların kararıyla bir kez daha demokrasiye kara leke sürülmüştü.

Ve bugün Türk siyasi tarihinin yeniden yapılanmasında “Adalet ve Kalkınma” hiç bir şey eskisi gibi olmayacak diye yeniden doğmuş, adeta halkın umutsuzluğuna Cansuyu gibi yetişmiş, halk kendini bir kez daha liderinde görmüştü.

İnandığı ve güvendiği omuz verecek sırtını dayayacak lideriyle yola koyulmuştu.

Bu yol mesafesinde E muhtırayı, balyoz davasını, 17-25 Aralık operasyonunu, gezi yürüyüşlerini ve darbe operasyonlarında iç ve dış ihanetlere karşı devletine ve halkına kanat geren, devletiyle halkı bütünleştiren, ülkeyi muasır medeniyet seviyesine taşıyan lideriyle 15 Temmuz’da bedenlerini liderine siper eden halk olarak öne çıkıyordu..

Tüm bunlara karşın muhalefetin sesi soluğu çıkmıyordu.
Yaşananları sinema şeridi gibi göz önüne getirirsek dünden bugüne
‘ne değişti’ sorusuna cevap arama zorunda kalıyordu insanlar.

O gün lideri ve ülkesi için canını siper eden, partisi için gece gündüz fedakarlık gösterenlerin zaman zaman öz eleştiri de bulunduğu, hatta eleştirinin dozunu yüksek tutarak köşe başlarında konuşmaya başlıyorlardı.

Ne yazık ki halkı ve ülkesi için hayatını ortaya koyan liderinin aksine parti teşkilatları o asil duruşa devam edemeyecek kadar özünden ve ilkesinden uzaklaşmış durumda.

15 Temmuz sonrası süreçlerde teşkilatları yönetenlerin yetersizliği, ehliyet ve liyakat sahibi olamayışları, toplumun istek ve arzularını karşılayamamaları geçerli sebeplerin başında geliyordu.

YEREL DE TUTARSIZLIK!

Yapılan tutarsız icraatlar, yerelde tatmin edici çalışmaların yapılmayışı, özellikle Büyükşehir Belediye Başkanı Alinur Aktaş’ın 3 buçuk yıla varan gerçekmiş gibi içi boş laf kalabalığı konuşmaları, yani işi sadece konuşmak olan safsata çıkışları, halkın beklediği hizmetler ve vaatlerin yerine getirilemeyişi, ötekileştirme ve ayrımcılıkta zirveye oynanması, Adalet ve Kalkınmanın önünde en büyük engel olarak görülmesi ne hazindir ki insanları kendi partisi ve liderine tepki koymaya itti.

DAVA RUHUNA İHANET!

“Hiç bir şey eskisi gibi olmayacak” söyleminden uzaklaştığı, 27 Haziran seçimlerinden “İhsan Şenocak, Nurettin Yıldız, Prof. Ebubekir Sofuoğlu, Adurrahman Dilipak” gibi davayı yıllarca omuzlarında ağır yük ve imtihan olarak taşımış daha bir çok fikir adamlarına AK parti cenahından saldırılar oluşması kendi parti tabanını ikiye böldü.

Bu ağır yarayı onaracak hiç bir girişimde bulunulmaması ise en acı olanıydı.

Siyasetin geldiği nokta da seçmenin siyasi partilere yeteri kadar itibarı ve güveni kalmıyordu..

Sebebi ise parti mensuplarının tutarsızlığı, parti kazanımları yerine siyasetin dışında kişisel çıkar mücadelesi bulunmalarından kaynaklanıyordu.

Evet doğruydu “Hiç bir şey eskisi gibi olmayacak” sözü.

Türkiye seçmeni artık bilinçlenmişti.
Bu bilinç içinde vekillerin toplum sorunları karşısında çözümcül olmaları istenmişti.

Bunun aksi vekiller toplum nazarında güven ve itibarını kaybediyor, kaybederken de partisine kaybettiriyor, bu kaybediliş siyasi partilerin tabanına da yansıyordu.

Bugün sokakta vatandaşa sorun partilerinin seçim kaybı eskisi kadar kendilerini ilgilendirmediği ve çok umurunda olmadığını görürsünüz.

Bu apaçık bir mesajdır.

Bu durum vekiller, belediye başkanları ve yöneticiler makamlarını gerektiği gibi vatandaş için kullanmadığı gerçeğiyle direkt örtüşüyordu.

Bu vesileyle her şey apaçık ortadayken iktidar cephesinde hiç bir yaptırım uygulanmaması seçmeni umutsuzluğa iten en önemli sebep oluyordu..

SUÇLULAR CEZASIZ KALIRSA SUÇLAR ÇOĞALIR MANTIĞI!

Terör örgütleriyle ittifak kuran ve adına millet ittifakı diyerek seçimlere katılması karşısında yasal olarak hiç bir işlem yapılamaması ve bunun karşısında vekillik ve belediye başkanlığı gibi dokunulmazlıkta taçlandırıldıkların da milleti ve seçmeni derinden yaralıyordu.

Bugün CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu’nun dağda terör kıyafetiyle, sokak eylemlerinde polise taş atma girişimleri ve bu kişi CHP il başkanlığı sıfatıyla bir anlamda her tarafa meydan okuyorsa… Devlete her türlü küfür, hakaret, ihanet, ülkesini küresel güçlere şikayet, dış güçlerin içişlerimize müdahale etme çağrıları alabildiğine yapılırken yasalarda bunlara yönelik büyük boşluk oluşturulmuş ve bunun için hiç bir çalışma yapılmadığına yönelik vatandaşın büyük rahatsızlığı söz konusuydu.

İşte bunlar vatandaşı derinden yaralayan etkenler oluyordu.

Bazıları buna demokrasi özgürlük kılıfı uyduracaklardır ancak Ülkenin birliğine yönelik her saldırı girişimi cezalandırılması gereken değişmez kuraldır.

Bunun affı asla yoktur ve olamaz.

Geçmişten ders alınması dileğiyle.

.


alimce29@gmail.com

facebook.com/alimsahinmalkocoglu

twitter.com/AlimSahin

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Wordpress Haber Teması Tasarım ve Programlama: Seçkin Talanöz