Sen kimsin? Bir damla mutluluk…
Kinden, hasetten makamdan mevkiden, siyasetten, kısaca nefisten uzak…
Bambaşka konu…
Bitmek tükenmek bilmeyen bir boşlukta sallanan beden…
Yaşamakla yaşayamaya çalışma arasında süren bir hayat…
Dünya ki, iki gözüm üstünde…
Gözden ırak yaşanan ama görülemeyen acılar.
Kimi oh çeker, kimi ah çeker…
Bazen bir damla gözyaşıyla sarılırken yaralar, bazen sessiz yığınların çığlıkları fezayı kaplar da yanı başındakiler bihaber olur ya…
Umut, özlem, hasret acı ve mutluluğun cebelleş olduğu şu yaşamlar…
Mutlu bir aile, sıcacık bir yuvanın doruk yaptığı anların hatırına…
Neresinden tutalım acep?
Bir gülümsemeye neler verilmez ki…
Karşılığı var mıdır sıcak bir tebessümün…
Oysa mutluluğu…
Masum bakışları…
Sevgiye susamış yaşamlar…
Uzanacak bir ele sıcak bir dokunuş…
Hasretle beklenen kurtuluş…
Bir anne şefkatini masum bakışlarda hissetmek, acıları paylaşmak…
Derin yaralara derin merhem olmak.
Yıkılmış harap olmuş hayaller…
Daha yeni tanışmak var dünyayla…
Savaşın ortasında bomba sesleriyle merhaba demek var ihanet cenderesine…
Emeklemek büyümek var… Ölümün kan kustuğu virane sokaklarda…
Büyümek var…
Ve kendini aramak var…
Cevaplanması beklenen bin bir türlü sorular var…
Yaşamla yeniden ölmek var…
Daha yolun başındayken…
Ölmek var yaşamak var.
Ve ardından kocaman bir karar var.
Önce bedeni sonra cananı verene canı veren rabbine…koşmak var…
Tepeden tırnağı al kırmızı…
Süzülen kanların masum bakışlara şehit şehit edasıyla minik dudaklar arasında emziğiyle rabbine gülümsemek var.
Bu nasıl bir hayat…
Halep, Filistin, Irak, Eritre ,Moro ve daha şehit diyarları…
Acımsayan duygular yaşarken biz, acınacak halimize gülmek var…
Beton yığınlarının arasında geçen yıllar…
Beyin yorgun, beden yorgun… Gün sonu sıcak aile kavuşması özlemiyle içimizde var olan beklenti…
Üzerimizden atılan yük…
Ve o an sevgi cana gelir, dile dökülür…
Bir hasrettir, özlemdir mutlu aile tablosu…
Sevmek, sevebilmek, acıdan yana ne varsa topyekun geride bırakmak…
Ve işte o hayat…
İki damla gözyaşıyla bir masuma ortak olmak.
Çatlamış dudaklara bir damla ten olabilmek…
Gözler perdelenmiş, kalpler taşlaşmış, gerçeklere kulak tıkanmış nereye bu gidiş…
Sahi biz neyiz?
Çaresizlik satılır insan pazarında…
İçimizdeki insanlığı neden pazara süremiyoruz…
Neden insanlığımızı kalbimizin derinlerinde saklıyoruz…
Neden insan olduğumuzu hatırlayamıyor, hatırlatamıyoruz…
Ah nefis kahpe nefis…
Neden sana alt olurum hep…
Neden bana hükmedersin…
Şu kısacık hayatta, tek uğraşın ben miyim…
Nerede o masum çocukluğum…
Ey hayat, nereye sürüklüyorsun bu canı…
Kısa bir çizgi olmaktan öte değilsin…
Bırak beni bende bir gün sevinsin…
Bir gün gerçekte var olan limana varırsan…
Sorarsalar nece yoldan ne getirdin heybene…
Bir kısa zamandır, bir nefes alıptır, bir yaşam kesittir, bir içim sudur, bir nebze tutkudur ve bir damla hayattır…
En nihayetinde bir nimettir…
Yaradan’a sığınmaktır…
Ey koca şehir…
Bursa…
Binlerce insanın bir damla kadar değeri olmayan açık arena…
Umutla süre gelen göçleri bir soluk havada boğan koca kent…
Hayalle hayal kırıklığının bütünleştiren yaşam alanı…
Koca Şehir! Sen ne kadar küçüksün…
Beton yığınları arasından boğaz sıkan canavar…
Anlık dünya hevesinin revaçta olduğu cezp edici eğlence merkezleri…
Neden yaşadığımız yere ve hayatımıza verdiğimiz değeri ölçemiyor tutkusuz tutkunun esiri oluyoruz…
Neden ruhumuzu tatmin etmek yerine bedenlerin tatmin olduğu yapay alanların tutsağı oluyoruz…
Kültürel yaşamımızı bu kadar ayaklar altına almamızdaki sebebi neden göremiyoruz…
Hani komşuluk ilişkilerimiz, hani adetlerimiz geleneklerimiz, hani saygı sevgi ölçü…
Neden yabancılaşıyoruz…
Ben Anadolu’yu arıyordum…
Ben eski Bursa’yı arıyorum…
Ve ben kendimi arıyorum…
Ekranlarda ki biz, biz değiliz…
Alış veriş merkezlerindeki biz biz değiliz…
Sokaklardaki biz değiliz…
Gazete sayfalarındaki biz biz değiliz…
Her güne cinayet, tecavüz, uyuşturucu haberleriyle uyanıyoruz…
Neden benliğimizi kaybediyoruz…
Neden kendimizden uzaklaşıyor başka milletlere özeniyoruz…
Neden… neden… neden?
Sorular içinde sorular…
Bize ne oldu…
Biz neden böyle olduk?
Bu çıkmazların sebebi gerçek aşkı göremeyişimizdendir…
Tüm bu hengamelerden kurtulabilmenin yolu gerçek aşkı yakalayabilmektir…
İnsanlığımızı hatırlayabilmektir…
Bir damla hayatta hakiki aşkı bulabilmektir…
Bu anlamda hakiki aşkı tanıyamadığımız sürece yozlaşan insanlığın getirdiği depresyon, acı ve mutsuzluk yanı başımızda olmaya devam edecektir…
Ve Makam, mevki, hırs, şöhret!
Birçok insan tarafından güzel bir kişilik özelliği gibi algılanan ve övülen hırs…
Oysa nefsin arzularını tatmin etme amacını taşıyan makam mevki hırsının sağladığı hiçbir fayda yokt…
İnsanların sadece Allah’ın rızasını kazanmayı engelleyen, dünya hayatında makam, mevki, şöhret gibi değerlere olan düşkünlükler… Oysa maddi imkânlar, mal ya da mevki insana ahiret hayatında hiçbir şey kazandırmaz.
Allah, insanlar arasındaki üstünlüğün bulundukları makama ya da mevkiye göre değil, yalnızca takvaya, yani Allah’a yakınlıkta olduğunu bildirmiştir.
“Ey insanlar, gerçekten, Biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi halklar ve kabileler (şeklinde) kıldık Şüphesiz, Allah Katında sizin en üstün (kerim) olanınız, (ırk ya da soyca değil) takvaca en ileride olanınızdır Şüphesiz Allah, bilendir, haber alandır” (Hucurat Suresi, 13)
Bu gerçeği göz ardı edenler maalesef hem dünyada hem de ahirette büyük bir kayba uğramaları kaçınılmazdır.
Kendi kendimize şu soruyu sorabiliyor muyuz…
Sen kimsin?
Eğer sorunun cevabını bulabiliyorsak yaşamın gayesi ve manasını anlayabilir, gerçekte mutluluğun kapısını aralayabiliriz.
Öyleyse bir yetimin, başını okşamayı, bir masumun yüzüne tebessüm etmeyi, insanların gönüllerini feth etmekle mutlu olabiliyorsanız bilin ki siz Allah’ı seviyor Allah’ta sizi seviyordur.
Öyleyse şu önemli sözleri hatırlayarak noktayı koyalım.
William Shakespeare: Kimi günahları ile yükselir, kimi meziyetleri ile kaybeder.
Hayattan ders alabilmek, gerçek mutluluğu yakalayabilmemiz dileğiyle…
.
facebook.com/alimsahinmalkocoglu
twitter.com/AlimSahin
Bir cevap yazın